BİLSEMİN EN POPÜLER BİRİMİ
   
  DİL SANATLARI BİRİMİ
  deyim hikayeleri
 
EL ÜSTÜNDE TUTMAK    Sinem NEHİR
 
Bir zamanlar fakir bir aile, bu ailenin de bir tavuğu varmış. Hee, b,r de kızları varmış sormayın ki ne yaramaz!
            Günlerden bir gün bu tavuğun bir civcivi olmuş. Civciv çok tatlıymış. Kız civcivin bu tatlı olmasına bozuluyormuş. Çünkü onu kendisinden çok sevdiklerini düşünüyormuş. Kızın aklına bir fikir gelmiş. Annesi ve babası evde yokken bu civcivin bacağını koparacakmış. Beklediği an gelmiş ve civcivin bir bacağını koparmış. Annesi ile babası civcivi gördüklerinde acımışlar ve yürüyemediği için ona daha bir şefkat göstermişler hatta onu hep ellerinde taşımışlar. İşte “el üstünde” tutmak deyimi bir şeye çok değer vermek anlamında bu hikayeden yayılmıştır.


GÖKTE ARARKEN YERDE BULMAK (YAZARI  ?)
 
Eski zamanlarda birbiriyle çok iyi geçinen iki arkadaş varmış. Bunlar biraz safmış. Birinin adı Ali diğerinin ise Hasan’mış. Bir gün Ali, Hasan’ı evine davet etmiş. Birlikte yemek yemişler, eğlenmişler. Biraz da balkonda oturmak istemişler. Beraberce yıldızları saymışlar. Ali birden ayı görememiş, Hasan’a söylemiş o da aya bakmış görememiş. Birden ikisi de telaşlanmışlar ve ayı aramaya çıkmışlar. Gökyüzüne bakarak ay’ı aramaya başlamışlar. Bu arada Ali ile Hasan’ın aileleri çocuklarını merak edip aramaya karar vermişler. Ali ile Hasan ay’ı ararken Hasan yolda içi su dolu büyükçe bir kovaya takıldı ve suda ayın yansımasını gördü. Yansımayı gerçek ay sanıp sevinçle:
_ Ali ay’ı buldum, demiş. Ali:
_ Yaşasın işte bulduk, diye sevinmiş. Hasan
”Şimdi ay’ı tekrar nasıl gökyüzüne koyabiliriz, diye düşünürken Ali:
_ En iyisi eve götürelim, demiş.
Tam gideceklermiş ki aileleri sevinç çığlıklarını duyup onları bulmuş. Çocuklarını bulduklarına sevinen aileler çocuklarda bir açıklama bekliyormuş. Hasan:
_ Biliyor musunuz, Ali ile birlikte gökyüzünde ay’ı arıyorduk ve görmeden takıldığım kovanın içinde bulduk. Demiş. Ali’nin annesi:
_ Yani ay’ı gökte ararken yerde buldunuz, demiş. Ali’nin babası:
_ Hiç öyle şey olur mu? Gördüğünüz şey, ayın yansıması… Bakın ay yukarıda… Demiş. Hasan ile Ali gökyüzünde ay’ı görünce çok şaşırmışlar; aileleriyle birlikte gülerek oradan uzaklaşmışlar. Bu olaydan sonra “gökte ararken yerde bulmak” deyimi zor yapılacak sanılan işin kolayca gerçekleşmesi anlamında kullanılmaya başlamış.


 

BIYIKLARINI BALTA KESMEMEK        İskender BAYRAM
 
Bir zamanlar Ovaşehir diye bir şehir varmış. Ve bu ovanın yanında bir dağ ve Dağşehir adlı bir yer varmış. Bu iki şehir her zaman savaş yaparlarmış. Gün gelmiş Ovaşehirin  askerler, hep ölmüş ve Ovaşehir güçsüzleşmiş. Bunu fırsat bilen Dağşehirliler hemen güçlü bir ordu toplamaya başlamışlar. O zamanın kuralına göre bir ülkeyi tam anlamıyla yenmek için o ülkenin kralının bıyıklarını kesmek lazımmış. Ovaşehrin kralı uzatmaya başladığı bıyıklarının demir, bakır tanecikleriyle güçlendirmiş. Savaş günü geldiğinde Dağşehrin ordusu Ovaşehrin ordusunu yenip kralın üzerine yürümüş. Ama hiçbir alet hatta balta bile bıyığını kesememiş ve “bıyıklarını balta kesmemek” sözü yayılmış.


 

ETEKLERİ ZİL ÇALMAK             
                               Asena ATAY
Bir zamanlar küçük bir kasaba varmış. Bu kasabada insanların perilerle bir yaşadığı söylenir. Yine bu kasabada yaşayan mavi gözlü, sarı saçlı bir kız yaşarmış. Bu kıza periler ucunda küçücük ziller bulunan bir etek vermiş. Kız buna çok sevinmiş. Yolda ilerlerken bir taraftan şarkı söylüyor diğer taraftan çiçek topluyormuş. Sevinç içinde zıplayıp duruyormuş. Zıplarken de eteğindeki küçük ziller çalmaya başlamış. Bu hoş sesleri duyan herkes “Küçük kıza bakın sevinçten etekleri zil çalıyor.” Demiş. Bu söz böylece yaygınşamış.

İĞNE İLE KUYU KAZMAK                   Ayberk İNANIR
 
16. yüzyıldaki tapınak şövalyeleri artık zayıflamış durumdadır. Fransa kralı onlara sürekli saldırıyor, tapınak şövalyeleri gittikçe düşüyormuş. Sonunda Fransa kralı tüm tapınak şövalyelerini esir almış ve onları 13 Ekim 1608 tarihinde zindana attırmış. Çok zor günler yaşıyorlarmış ve kaçmanın yollarını arıyorlarmış. Zindandaki şövalyelerden birinin aklına bir şey gelmiş. Kıyafetinin değişik yerlerinde 17 tane iğne varmış; bunlarla kuyu kazmaya başlamış. Sırayla çalışıyorlarmış ve ancak yıllar sonra bir metrelik bir delik kazabilmişler. İğnelerin çoğu da kırılmış ama şimdi yukarı doğru kazmaları gerekiyormuş. Bunu da kazmışlar , az bir yer kalmış. Orayıda tekmeleye tekmeleye kırmışlar ve tünel tamamlamış. Ama çok ciddi bir sorun varmış . Açtıkları kuyu Fransa askerlerinin kışlasına çıkıyormuş ve şövalyeler bunu bilmiyormuş. Yukarı çıkmışlar ama Fransız askerleri onları tek tek öldürmüşler. Ancak şövalyelerin bu başarısına hayran kalmışlar. Zor işler için “iğne ile kuyu kazmak diye söylerlermiş. Diyeceksiniz ki Türkçe ile ne alakası var. Bu Fransız askerlerden biri Osmanlı ile savaşırken esir düşmüş ve sonrada Türk ve Müslüman olmuş. Bu hikayeyi hayranlıkla anlatıp “iğne ile kuyu kazmak” bol bol kullanırmış. 


 

KABAK BAŞINA PATLAMAK       Hatice BAĞÇELİ
 
 
     Bir varmış, bir yokmuş çok uzaklarda sebzesiyle ünlü bir şehir varmış. Bu şehirde herkes sebzeyle uğraşırmış. İnsanlar geçimlerini sebze yetiştirerek sağlarmış. Burada sebze tarlası olmayan tek bir kişi bile yokmuş. Yalnız her sene bu şehirde çok enteresan bir şey olurmuş. Her yıl herkesin bir sebzesi bereketli olurmuş. Bu yıl salata bereketliyse diğer sene havuç bereketli olurmuş. Bir sebzenin iki yıl art arda bereketli olduğu da olurmuş. Bunun neden böyle olduğunu kimse bilmezmiş. Bu olay yıllarca sürmüş . Bir günün akşamı domatesin bereketli olduğu yılda gökyüzünden yağmur gibi turuncu ışıklar yağmış ve domatesin bereketliliği aniden bitmiş. Herkes bu ışıklara çok şaşırmış. Bu ışıklar yarım saat kadar yağmış ve sonunda bitmiş. Herkes hangi sebzenin bereketli olacağını merakla beklemiş. Bunu beklemekten yorgun düşen insanlar uyuyakalmış.Sabah uyandıklarında bir bakmışlar ki her tarafı kabaklar sarmış, evleri, arabaları, sokakları her yeri... İnsanlar buna çok sevinmişler. Hiç bu kadar bereketli bir sebze görmemişler. Aradan bir yıl geçmiş. İnsanların kabakları hala çok bereketliymiş ve kabakları satarak zengin olmuşlardı ama kabağa doymuşlardı..bir yılın geçtiğine çok sevinmişlerdi şimdi hangi sebzenin bereketli olacağını merakla bekliyorlardı. Ama beklentileri gerçekleşmedi.O yıl da yine kabak bereketliydi. Biraz üzüldüler ama şaşırmadılar. Kabakta diğer sebzeler gibi iki yıl bereketli geçecektir dediler ve o yılın bitmesini beklediler. Aradan bir yıl geçti. İnsanlar artık kabağa fazlasıyla doymuş, bıkmışlardı. Herkes çok mutluydu. Bir daha kabak yemeyeceklermiş. O gece herkes evinde uyuyordu ve dışarıda nelerin olduğunu bilmiyorlarmış.Sabah uyandıklarında çok şaşkınlarmış çünkü yine tarlalar kabaklarla doluydu. Bu olayın nasıl olduğunu hiç kimse çözemedi. İlk defa bir sebze üç yıl art arda bereketliydi ve buna katlanmaya çalışıyorlarmış. Aradan çok zaman geçti. O yılın altıncı ayıydı ve artık kabaklar ihraç edemiyorlardı çünkü diğer ülkelerde kabak yemekten bıkmışlardı. İnsanlar üç öğünde de kabak yemek zorunda kalmışlardı. Kabak yetiştirmemeye çalışsalarda kabaklar kendiliğinden büyüyorlardı. Dört ay geçmişti ama yine bereketli olan sebze kabakmış. İnsanlar artık kabaktan ev,araba vb. araçlar yapmaya başlamışlardı. Artık her şeyleri kabaktandı. Kıyafetleri kabaktandı. Kıyafetleri, ayakkabıları, çatalları her şeyi… İnsanlar artık böyle yaşamaya alışmışlardı. Bir gün topluca bir yerde bir kavga olmuştu, pek çok insan zincirleme bu kavgaya karışmış ve çok kötü bir durum ortaya çıkmıştı. Orasının başbakanı kavganın olduğu yere kavga eden kişileri cezalandırmak için gitti. Bu şehrin bir kuralı da buymuş. Kavga eden kişileri başbakan ayırırmış, bu yüzden bu şehirde birden fazla başbakan olurmuş. Başbakan oraya gittiğinde etraftaki kişilere ‘kavgayı kim çıkarttı?’ diye sormuş ve araştırılmış. Etraftaki herkes kimsesiz gariban bir adamı göstermiş. Adam sadece ben yapmadım dese de masumluğunu anlatamamış. Herkesin önünde cezalandırmak için bir meydana getirilmiş. Böyle bir suçu ilk defa o işlemiş ve bu suçun cezasını herkes merak ediyormuş. Suçu işleyen adamda meraklıymış. Başbakan ortaya büyük bir kazanın içinde kabak suyu ve yanında da bir kabak getirilmiş. Herkes bunlarla ne yapılacağını merak ediyormuş. Başbakan ‘bu kapağı başında patlatmazsan seni bu kabağın suyunda boğarız’ demiş ve kabağı eline almış. Kabağı incelemiş dışı ve içi taştan bile sertmiş eğer bunu parçalamazsa boğulacağı için kabağı çok hızlı bir şekilde başında patlatmış ve yere yığılmış. Adam haksız yere ölmüş. Adam öldükten sonra başından çıkan kanlar bütün etrafa yayılmış ve o günden sonra bir daha hiçbir meyve bereketli olmamış. Herkes onu haksız yere öldürdüğünü sonradan anlayıp, pişman olmuş.


     
SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK               Ebrar TECİM
 
Bir varmış bir yokmuş, develer tellal iken pireler berber iken; ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir sihirli dere varmış. O ülkenin kralı çok zalimmiş. Kralın Ali isminde bir oğlu varmış. Ali şehrin kenarından geçen bu dereyi çok severmiş ve sık sık dere kenarında dolaşır onunla dertleşirmiş. Ali şehirde yaşayan fakir bir kıza aşık olmuş. Kral o kızla evlenmesine izin vermemiş. Ali bir gün babasının karşısına çıkıp şöyle demiş :
_Baba ben Ayşe’yle evleneceğim.  
Kral:
_ Hayır evlenemezsin; o fakir bir kız sana ve bize zararı dokunabilir.
Ali ısrarla cevap vermiş:
_ Ayşe öyle bir kız değil; benim için hep en iyisini düşünecek biri. Demiş.
Ama kral onu hiç dinlememiş. Ali bir ara saraydan ayrılmış. Ayşe’yi bulup evlenmiş. Birkaç gün sonra Krala söylemeye gitmişler. Kral öfkeden küplere binmiş. Kızı ve anasını oğlumu kandırdınız diyerek zindana attırmış ve işkence yaptırmış. Sonra da “Bu şehirden gideceksiniz yoksa sizi öldürtürüm.” Demiş. Ayşe ile annesi çaresiz kralın dediğini yapıp başka bir ülkeye taşınmışlar. Bunu öğrenen Ali bunalıma girmiş ve kendini öldürmeye karar vermiş. Sonuçta bunu da başaramamış ; boş boş ortalıkta gezer olmuş. Ali eskiden sık sık gittiği dere kenarında vaktini geçirmeye başlamış. Zamanla derenin üstüne kırmızı toprakla yazılar yazmaya başlamış. Ne yapıyorsun diyenlere Ayşe’ ye mektup yazıyorum bu dere belki onun yaşadığı yere ulaşır, diyormuş. Derenin üstüne yazılar yazarak mutlu oluyormuş. Yazdığı yazılar biraz sonra dağılıp okunmaz oluyormuş. Onu böyle görenler boş yere su üstüne yazı yazıyor, diyorlarmış. O günden sonra “su üstüne yazı yazmak” sözü boş işlerle uğraşanlar için kullanılmış.

      
EL ÜSTÜNDE TUTMAK      AHSENNUR TÜRKOĞLU
            Eski zamanlardan birinde Bubi ülkesinin çok iyi bir padişahı varmış. Padişahın hiç erkek torunu olmuyormuş bu yüzden gittikçe mutsuz asık suratlı bir padişah olmuş. Bubi halkı padişahının bu durumuna çok üzülüyormuş.’’Niçin üzülüyorsunuz’’ diye soranlara hiçbir şey söylemiyormuş. Padişah o kadar üzülüyormuş ki üzüntüsünden yataklara düşmüş.Tam ölüm döşeğindeyken küçük bir torunu olduğunu öğrenmiş hem de erkek torunuymuş. Padişah bu haberi öğrenince çok mutlu olmuş.Ülkede hem padişahlarının iyileştiklerini hem de bir prensleri daha olduğunu öğrenen halk 40 gün 40 gece eğlence yapmış.Padişah erkek torununu bir şey olacak diye korkusundan elinden indirmiyormuş. Neredeyse yemek yerken bile hatta ülke hakkındaki önemli görüşmelerde de elinden indirmiyormuş.
            Halk bu olaydan sonra bir şeye çok önem verip koruyanlara bu olayı anlatmaya başlamış ve herkes artık bir şeyi çok önemseyenlere ‘el üstünde tutuyorsun ’ demiş ve bu söz deyimleşmiş.


BIYIKLARINI BALTA KESMEMEK
 
Çok zengin bir padişah varmış. Dünyadaki tüm demirci ve elektronikçileri çağırıp kendine dünya üzerinde görülmemiş bir bıyık yapmalarını istemiş. Onlar kırk gün kırk gece çalışıp uzaktan kumandalı demir bıyık yapmışlar. Padişahın bıyıkları o kadar güçlü imiş ki padişah kendine güveninden tüm ordusunu satmış ve kendi savaşmaya başlamış. Diğer ülkeler padişahı yenemeyeceklerini anlayınca bıyığını kesmek için baltalı bir suikastçı tutmuşlar. Suikastçı padişah uyurken baltasıyla bıyığını kesmeye çalışmış, sonunda başaramayınca “Bu adamın bıyıklarını balta kesmez” demiş. Vezir de odada gizlice adamı takip etmekteymiş. Bu sözü duymuş ve sonra padişaha anlatmış. Padişah da bu sözü deyim ilan etmiş.
 
Umuray KİRAZ
 
SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK        Ekin BALCI
                  
                                                                                                                                  
   Çok eski değil yakın zamanlardan birinde bir çocuk yaşarmış, bu çocuğun birçok dileği varmış. Hep bunların gerçekleşmesini istermiş,bunun için her yolu denermiş ama nafile çünkü bu çocuğun dilekleri çok boş dileklermiş.
   Yine günlerden bir gün banyo yapması için annesi onu çağırmış ama çocuk banyo yapmayı hiç sevmediğinden banyoya gitmemek için bahaneler uydurmaya çalışırmış çünkü banyo yaparken canı çok sıkılırmış ama en sonunda kaybeder ve banyoya girermiş.Her zamanki gibi o gün de öyle olmuş,çocuk banyoya girmiş ve banyosunu yapmış çıkmak için annesini çağırmadan önce aklına bir fikir gelmiş.Bu fikir acaba dileklerinin gerçekleşmesini sağlayabilir miydi? Fikir neymiş biliyor musunuz? Küvette biriken su birikintilerinin arasında boş bir yer bulup oraya su ile yazı yazacakmış ve onu gören bir melek bu hayalperest çocuğun hayallerini  gerçekleştirecekmiş; Yani en azından çocuk böyle düşünüyormuş. Neyse konuya dönelim, çocuk boş bir yer bulup oraya biraz su toplamış ve damlaları uzatarak harfleri oluşturmaya başlamış. Ama bir de ne görsün, yazı hemen siliniyor,geriye küçük su öbekleri kalıyormuş. Tam o sırada banyoya gelmiş, çocuk ona yapmaya çalıştığını anlatmış. Annesi su üstüne yazı yazmak mı diyerek kahkahayı basmış. Ve ona su üstüne asla yazı yazılamayacağını anlatmış. Bu komik durumu annesi herkese anlatmış, bu söz deyimleşip yaygınlaşmış

SAMAN ALTINDA SU YÜRÜTMEK
 
          Evrenler köyünde Hakan adında bir adam ve onun meraklı çocuğu Can varmış. Bu adam köyün ağasından habersiz tarlasına su götürecekmiş fakat tarla yolunda ağanın adamları varmış. Bir süre düşündükten sonra tarlaya topraktan kanal kazarak suyu götürecekmişki aklına bir soru takılmış. Demişki “Ben bu suyu götürürken yan tarlada çalışanlar görür” demiş. Biraz sonra aklına bir fikir gelmiş. Ben bu suyun üstüne saman döker bu saman neden diyenlere de “Çocuğum tarlaya giderken yolunu kaybetmesin diye yola saman koydum” derim demiş. Dediği gibi yapmış. Tarlasına su yolunu çekmiş ve üstünü de samanla örtmüş. Babasının kendisi için yol yaptığını duyan meraklı oğlu Can, bir gün babası köy meydanında dolaşırken yanına gelmiş ve demiş ki:”Baba ben o yolu takip ettim fakat her adım atışımda ayağım ıslandı.” Demiş. Bunu önde yürüyen ağa da duymuş ve çocuğun ne dediğini anlamış. Hakan’a demiş ki: Sen benden habersiza niye böyle bir iş yaptın”demiş. Hakan da “Ben saman altından su yürütecektim; fakat çocuğum işimi yine batırdı.” demiş.  Bu söz gizli işler çevirenler için söylenir olmuş.                                                                               Hakan DİNGENÇ   
 
ÇOBAN KULÜBESİNDE PADİŞAH RÜYASI GÖRMEK
 
Çok eski zamanlarda bir kendi halinde yaşayan ama ilginç hayalleri olan bir çoban varmış. Çoban sabahları erkenden kalkar ve köylülerin koyunlarını otlatmaya götürürmüş.
Sonunda hep aynı işi yapmaktan bıkmış usanmış ;  ama ne yapsın ekmek parası… Yine günler bir gün çıkmış hayvanları otlatmaya. Dağları, bayırları aşmış; dereleri, çayları geçmiş varmış uzun uzun otların olduğu büyük bir meraya. Hayvanlar yayılmış etrafa. Bizim çoban da orada bulunan tahtadan yapılmış küçük çoban kulübesine girmiş. Koyunlar öğlen olunca havanın ısınmasıyla büyük bir ağacın altına geçip kafalarını birbirlerinin bacakları arasına sokup dinlenmeye çekilmiş. Kulübedeki çoban da o sırada tatlı uykusunda kendisinin padişah oluğunu görmüş. Hizmetkârlarına emirler yağdırıyor ve eski sıkıntı günlerinin acısını çıkarıyordu. Koyun sesleriyle birden uyanan çoban, sevinçle dışarı bakmış ve diğer çoban arkadaşları Hasan ile Hüseyini görmüş. Bizimki hemen rüyasını onlara anlatmış. Kendisinde büyük olan Hasan “Vay be çoban kulübesinde padişah rüyası görüyor.” Demiş. O günden sonra dar imkânlar içinde büyük hayaller görenler için bu deyim kullanılmıştır.
 
 Ekin BALCI

       
PİREYİ DEVE YAPMAK
Bir zamanlar zengin bir adam varmış. Canı da çok kıymetliymiş. Bu adam bir zaman sonra sıkıntı çekmeye başlamış ve hizmetçileri geçici süreliğine işten çıkarmış. Tek başına evde yaşamaya başlamış. Bir ay geçmiş, ne evi temizlemiş ne de banyo çünkü bu adam her şeyini başkalarına yaptırmaya alışmış. Derken borçlularından paralarını alabilmiş ve işçileri geri almış. Bakımını yaptırırken hizmetlisi adamın başında pire bulmuş. Zengin adamın canı da çok kıymetli olduğu için bütün mahalleyi ayağa kaldırmış. İnsanlar olayı öğrenince durumun çok ciddi olmadığını anlamışlar ve içlerinden biri ‘Amma adam be pireyi deveye yaptı’ demiş. O gün bu gündür küçük şeyleri çok büyüten kişilere ‘Pireyi deve yaptı’ diyoruz.
 
 
BURAKHAN USTAOĞLU
 



İKİ AYAĞINI BİR PABUCA SOKMAK
 
Yoksul bir adam varmış. Bu adamın çok sevdiği bir tarlası bir de köpeği varmış. Köpeğine ve tarlasına çok iyi bakıyormuş. Adam bir gün evde yatıyormuş. Komşuları adama yüksek sesle seslenmişler. Adam çıkmış ‘Ne oluyor?’demiş. Komşular ‘Muhtar senin tarlanın üzerine ev yapıyor’ demiş. Adam koştura koştura gitmiş. Muhtar tarlanın karşılı olarak para  vermiş. Adam istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalmış . Artık onun için hayatta önemli olan  bir tek köpeği kalmış. Parasının yarısını köpeğinin bakımına , diğer yarısını yemeğe ayırmış. Birkaç yıl geçince komşular bir gün yine bu sosyal hayattan kopuk adamın evinin önüne gelip seslenmişler. “Köpeğin öldü” diye hep bir ağızdan bağırmışlar. Adam o kadar çok telaşlanmış ki şaşkınlık ve aceleden evden çıkarken iki ayağına bir pabuca sokmuş. Sonra  merdivenlerden yuvarlanarak düşmüş. Onu göre komşular telaştan ‘İki ayağını bir pabuca soktu ‘ demişler. Böylece bu söz dilden dile yayılmış.
 
 
EVREN ERMAN
 



 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Sakarya Bilim ve Sanat Merkezi Arabacıalanı M. Alaniçi S. Serdivan SAKARYA Tel:0264 21146 83 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol